4 Ocak 2011 Salı

Bir Tüketim Nesnesi Olarak Aydın ve Fularlı Kediler Semti Cihangir

Her şeyi hızla tüketiyoruz. Birçok nesne kullanım amacı dışında bir anlama sahip. Daha kaliteli bir yaşama ulaşmak için araç olması gereken “nesneler” yeni anlamlarıyla “özneye” dönüştüler. I-Phone, Laptop, Ev, Araba, Tektaş, 1 Bardak Kahve… Bütün nesnelerin -sanki özel isimlermiş gibi- ilk harfleri büyük yazılmaya başlandı. Anlam; amaç ve araç üzerinde yer değiştirdi. Sözgelimi iletişimin kalitesini arttırmak dolayısıyla insanın hayatını kolaylaştırmak için icat edilen telefon, sahip olmak için (telefon olmadan hayatı düzenlemek için gerekli olan zamandan daha fazla) zaman harcanan bir özneye dönüştü. 12 aydan biri boyunca çalışılıp kazanılan para olduğu gibi nesneye verilmeye başlandı.  30 günlük emek eşittir bir telefon! Masaya I-phone ya da eski model bir cep telefonu koymanın arasındaki fark “insanı” tanımlar hale geldi. Değerini yitiren insanın, kendini birazcık olsun değerli hissetmesi için ise ele ayağa düşen yani çoğunluğun ulaşabildiği nesnenin en yenisini alması icap etmeye başladı. Bilmediğimiz bir durum değil! Hepimiz bu durumu yaşıyoruz. (Hepimiz derken gayri safi milli hâsılanın büyük bir kısmına sahip olan 700.000’imiz hariç hepimiz! Onların durumu benzer olsa da biraz farklı) Ev almak için bankadan 20 yıllık kredi alıyor ve hayatımızın geri kalan 20 yılını o krediyi ödemekle geçiriyoruz. 20 Yıl! (Konumuz insanın barınma ihtiyacının devlet tarafından karşılanılması gerekliliği olmadığı için kendi görevini istediğin konutu alabilme özgürlüğüne dönüştüren devleti es geçiyoruz). Yaşam kalitesini arttırmak için yaratılan nesneler yaşamın kalitesini azaltmaya başladılar. Nesne sahibi olmanın pırıltısı ise yaşam kalitesi olarak sunulmaya başlandı; “20 yıl önce herkesin altında araba, her evde bir televizyon yoktu. Yaşam kalitemiz artıyor…” Televizyonda bir alt yazı geçiyor bilmem nerede bilmem ne kazasında 35 kişi ölmüş. Önümdeki kutudaki kalemleri sayıyorum 34. 35 insan eksi 34 kalem eşittir 1! Öyle nesneleşti insan…  
                Her nesne özneleşirken tek özne olan insan ise nesneleşti. Yani, nesnenin özneleşmesi, insanın nesneleşme sürecinin “kolaylaştırıcısı” oldu. Bir amacın aracı oluverdi insan. İnsanı nesneleştirme sürecinin önünde duran en önemli güç ise insanın değerleri oldu, zaman zaman da bütün nesnelere rağmen bu görevini yapmaya devam ediyor.  Değerler… Başka bir insana verilen değer ile herhangi bir nesnenin değerinin yer değiştirmesi kolay olmuyor, oluyor ama öyle kolay olmuyor. Bir evladın süt kokusu tetikliyor annenin derinlerine bastırılan insanın değerlerini, benim başıma da gelir korkusu hatırlatıyor insana, değerlerini, ölüm hatırlatıyor insana, değerlerini… Öyle olunca iyi ki ölüm var yolun sonunda diyor insan, yoksa hatırlatmıyor cep telefonlarının ajandaları; değerleri…  Yaşamı özetleyen cümlelerin içinde birer nesne yapmak için insanı, ilk olarak değerleri hatırlatanları nesneleştirmek gerekti. Hal böyle olunca Aydınlar, aydın olanlar yangında ilk nesneleştirilecekler listesinde kırmızıyla işaretlendiler. İmdada Tişörtler yetişti! Değerleri hatırlatanların yüzlerini tişörtlere basıp sattılar, Değerleri hatırlatanların sözlerini yasakladılar, Değerleri hatırlatanların sözlerini her yerde, her zaman söyleyip değersizleştirdiler. Doğru da olsa, haklı da olsa, Değerli de olsa; “o meselemi, biz biliyoruz o sözleri, çok dinledik bu masalı” dediler. Sözünün değerini azaltamadıklarını önce sallandırdılar bir ipin ucunda, sonra yine tişört yaptılar… Değerli sözler nesneleşip bir bir kaymaya başlayınca gökyüzünden, gökyüzü aydınlanmaz oldu, karardık hep birden...  Aydınlığı yayan sözlerin yerine acilen nesneler yerleştirildi; pipolar, papyonlar, fularlar, yüzükler, bastonlar…  Bir okuyup üfleme, bir el çabukluğu marifet, bir kaşla göz arası… Bir de bakmışız her fularlıyı aydın sanmaya başlamışız. En çok nesneyi satın alabilen burjuvanın fularlısını gördüğümüz yerde tren görmüşe dönmüşüz. Kaldırdık başımızı dinledik; çuf çuf çuf … Hani, bir şey de anlamadık, içimiz ısınmadı, büyük bir coşkuyla sokağa çıkmadık, büyük bir sevgiyle bir yâre sarılmadık, o sözlerden sonra ama dinledik. Onları dinlemek, sözlerini tekrar etmek nesne-insanın kimlik tanımlayıcı özneler koleksiyonunda yerini aldı.
                Bazı mekânlar vardır, Aydınlarla anılır.  Aydınların bir araya geldiği, sohbet edip birbirlerinin ışıklarını beslediği mekânlar, uygucu olamayan aydınların sığınakları… Bir çay ocağı, bir kitapevi, tarihi bir pastane, bir kültür merkezi, koca bir semt kurtarılmış mekânları olurlar aydınların. Fularlı burjuva entelektüellerinin değil gerçek aydınların mekânlarıydı oralar. Söküp aldılar, içini boşalttılar! Aydınlığı okuma, yazma, eyleme, sınıf bilincine sahip olma, bu bilincin gönüllü hamalları olma sürecinden yani işlevinden arındırarak bir fular takarak kurtarılmış bir mekânda oturmaya indirgediler, biz de inandık buna…
Burjuva entelektüeline bile tahammülü olmayanlar; işlevsel bir uzuv olarak nesneleşen erkeklerin ve erkeğin egemenliğini içselleştirerek işlevselliğin içerisine hapsedilmiş nesne-kadının ötekileştirdiği bir nesneye dönüştürdüler entelektüeli.   Entel-dantel bunlar diyerek değersizleştirdiler. Entelektüel olmayı küpeye, uzun saça ve yine değersizleştirdikleri anlamıyla canım dantel oyasına hapsettiler… Aydın olmak hapse, entelektüel olmak dantele, nesne sahipleri ise cihangire…
Cihangir; İstanbul’da farklı kültürlerin bir arada kardeşçe yaşadığı bir semt… Farklı dinlere inananların, farklı kültürel değerlerli olanların, farklı dilleri konuşanların komşu olabildikleri, kökü tarihe dayanan bir semt… Binaların birbirine yakınlığından mıdır, farklılıkların bir arada yaşamasından mıdır bilinmez ama komşuluk ilişkilerinin en uzun dayanabildiği semtlerden biridir cihangir… Semtin adı Osmanlı ailesine mensup bir şehzadeden gelir… Cihangir’deki pencerelerin birçoğu İstanbul’daki en geniş boğaz manzarasına sahiptir. Giderek çirkinleşen boğazın bir zamanlar ne kadar güzel olduğunu gördüğü için “estetik olanı” bilen pencereler…  Bir paragrafta onlarca değer; komşuluk, farklılık, tarih, estetik… Semt içinde yayınlanan dergisiyle, semti koruma işlevi gören derneğiyle, saldırılara uğrayan galerileriyle, yüzyıllardır ayakta duran sanat eseri apartmanlarıyla, Orhan Kemal Müzesi’yle,  çeşmeleriyle, camileriyle aydınların yaşam alanı olarak seçtiği bir semt olmuştur cihangir.
Şimdilerde ise imaj tamamlamak için fuların yanına takılan bir semt! Aydın olmanın da entelektüel olmanın da içi boşaldı, boşalan içlerin yerine yerleşen nesneler oturuyorlar cihangir sokaklarında! Kalan son kaleler de ne kadar direnebilirler bu nesneleşme sürecine bilinmez.
“Fularlı nesneler müzesine hoş geldiniz. Sağ da görmekte olduğunuz fular ilk olarak bir köşe yazarımız tarafından takılmış olup...”
                Yakın zamanda Cihangir’in kedilerini de fularla görürsek şaşırmayalım…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder