3 Şubat 2011 Perşembe

UTANÇ

Utanç bu günler de;

Bazen yırtık bir pantolon
Bazen bir aferin
Bazen bir dudak
Bazen eski bir “şey”…

Ama bu günler de;

Bazen aç bir çocuk
Bazen bir silah
Bazen bir küfür
Bazen bir suç,

değil…

14 Ocak 2011 Cuma

Şimdi

Yiğitti Çukurova,
Şimdi Küfürbaz

Pamuklar vardı bembeyaz,
O pamuklar mavi şimdi

İşçiler gelirlerdi,
Şimdi gidiyorlar

Acı biberden salça yapardık,
Şimdi acıtmıyor biberler

Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Muzaffer İzgü’ydü Çukurova
Şimdi Fatih Terim, Ayşe Hatun Önal, Kıvanç Tatlıtuğ…

Sıcaktı Çukurova
Şimdi dünyacak ısındık

5 Ocak 2011 Çarşamba

“Kurbanın Olurum”

Dilimizin güzel deyişlerinizden biridir; kurban olmak. Anneler çocuklarına söylerler. Çocukları için hayatlarını bile verebilirler. Bu deyişin dilimize yerleşmesi elbette tesadüf değil. Yaşadığımız topraklarda kurban etme ritüellerine oldukça sık rastlanılıyor. Bu ritüellerden en yaygın olanını, çok yakınlarda hep birlikte kutladık. Efsaneye göre bir babanın çocuğunun canını korumak için tanrıya sunduğu başka bir canın kabulü ile başlayan “kurban bayramı” belki de hepimizin canımızı korumak için tanrıya ettiğimiz duaları simgeliyor. Rüzgarın, depreminin, soğuğun, yağmurun, kuraklığın yaşamı sona erdirme ihtimalinin insan üzerinde yarattığı travma, insanı kurban rolü dışında başka bir rolü icat etmesine neden olmuş; Cellat. Hayatta kalmak için ne yapardınız? Başka birini sırtından hafifçe öne itip “benim yerime onu alın” demez miydiniz? Kurban rolünden cellât rolüne geçmenin ne kadar kolay olduğuna dair, bir bakışta onlarca örnek bulabilirsiniz. Arno Gruen “İçimizdeki Yabancı” isimli kitabında, çağımızın en büyün cellâdı sayılabilecek Hitler’i ele alarak bu iki rol arasındaki geçişi incelemeye çalışıyor. Ne oluyor, nasıl oluyor da başkalarının elinde bir kurban olarak büyüyen bir çocuk, kurbanlara destek vermek yerine cellât olmayı seçiyor? Kurban ve cellât dışında, kurban ritüelinde kurbana acıyan ve cellâda hak veren rollerine rastlayabilirsiniz. Bu ritüele karşı başkaldıranlar zaten kurban edilmekte oldukları için sıklıkla rastlanan roller arasında onları göremiyoruz. Cellât, insan olmaya ne kadar yabancılaşırsa yabancılaşmış olsun gene de birini kurban etmenin getirmiş olduğu acıdan, kaygıdan, utançtan kurtulmak için bir şey yapmalıdır. Cellâtların geliştirdiği ve işe yarayan bir yöntem vardır; rol değiştirmek. “Aslında onlar cellâtlar, bizde kurban! Bakmayın kafalarını kırdığımıza, gözlerini patlattığımıza biz yapmasak onlar neler yapacaktı kim bilir”

4 Ocak 2011 Salı

2010 Yılının En İyi Karikatürü


2010 yılında Deniz Baykal'ın istifasnın ardından yayınlanan Penguen dergisinin kapağı... Yakın dönem siyasi tarihi ve sinemayı buluşturan çok başarılı bir yergi... Benim için 2010 yılının en başarılı karikatürü...

Özgürlük Senfonisinin Aksak Ritimleri ve Öteki “Es”ler

Bir sanat eserinin, imgenin temsil etmeye çalıştığı kavramla ilişkili hale gelmesi için o sanat eserini yaratan sanatçının bahsi geçen kavramla nasıl bir ilişki kurduğu önem kazanır. Sanatçının kavramla ilgili ne düşündüğü, duygularının coşkusu ya da yoğunluğu, inancı, hayatını yaşayış biçimi, özetle sanatçının varoluşu eserin şekillenmesinde etkili olur. Sözgelimi “barış” kavramı denince ilk akla gelen imgelerden biri olan güvercin, Picasso tarafından yaratılmıştır. Picasso’nun çizdiği ilk resim bir güvercinin resmidir. Kendini çizgilerle özgürce ifade etmeyi bir güvercini kâğıda taşıyarak öğrenmiştir. Üyesi olduğu Komünist Parti barışı simgeleyecek bir afiş çizmesini istediğinde de ilk aklına gelen bir güvercin olmuştur. Bembeyaz kanatlarıyla gökyüzüne doğru gidebilecekken ayakları üzerinde durmayı seçen bir güvercin… Picasso barış kavramı ve bu kavramı simgelemek için yarattığı imgeyi o kadar içselleştirmiştir ki bir çocuğunun ismi İspanyolca güvercin anlamına gelen Paloma’dır.

Olmamış


Yarım kalmışsa işler,
bitmemişse bir söz,
tamamlanmamışsa öz…

Ancak yarım kaldığında doluyorsa duygu yüklü pillerin,
duygun değişmeyecek, değişse de illerin…

Taşınmak için toparladığın çantanda
işlerin, sözlerin, özlerin…

Özlerim!

Gitsen de özlerim, kalsan da…

Çünkü;

Ellerim.
Damar damar ellerim de
Temas edemem!  


13 Ocak 2010, 20.59
Yılmaz Erdal

BenEkli


Self kendimi düşündüm diye bu kadar da yüklenmemeli kendim kendime

Ey içime aldıklarım size sesleniyorum
Durdurun içimdeki mahkemeyi
Yoruldum kendimi eylemsizliğe mahkûm etmekten
Öyle bir mahkûmiyet ki;
Mübaşir de,
Hâkim de,
Sanık da,
Jüri de ben.
İlle de tel örgüler, ben…
Öylece bana karışmış,
Tenimde ben ben olmuş tel örgüler…

Terden örgüler yaptıklarımda gelmiyor mahkemeye, savunmanın tanığı olarak…
Bir ben bir de ben olmuş tel örgüler.