14 Ocak 2011 Cuma

Şimdi

Yiğitti Çukurova,
Şimdi Küfürbaz

Pamuklar vardı bembeyaz,
O pamuklar mavi şimdi

İşçiler gelirlerdi,
Şimdi gidiyorlar

Acı biberden salça yapardık,
Şimdi acıtmıyor biberler

Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Muzaffer İzgü’ydü Çukurova
Şimdi Fatih Terim, Ayşe Hatun Önal, Kıvanç Tatlıtuğ…

Sıcaktı Çukurova
Şimdi dünyacak ısındık

5 Ocak 2011 Çarşamba

“Kurbanın Olurum”

Dilimizin güzel deyişlerinizden biridir; kurban olmak. Anneler çocuklarına söylerler. Çocukları için hayatlarını bile verebilirler. Bu deyişin dilimize yerleşmesi elbette tesadüf değil. Yaşadığımız topraklarda kurban etme ritüellerine oldukça sık rastlanılıyor. Bu ritüellerden en yaygın olanını, çok yakınlarda hep birlikte kutladık. Efsaneye göre bir babanın çocuğunun canını korumak için tanrıya sunduğu başka bir canın kabulü ile başlayan “kurban bayramı” belki de hepimizin canımızı korumak için tanrıya ettiğimiz duaları simgeliyor. Rüzgarın, depreminin, soğuğun, yağmurun, kuraklığın yaşamı sona erdirme ihtimalinin insan üzerinde yarattığı travma, insanı kurban rolü dışında başka bir rolü icat etmesine neden olmuş; Cellat. Hayatta kalmak için ne yapardınız? Başka birini sırtından hafifçe öne itip “benim yerime onu alın” demez miydiniz? Kurban rolünden cellât rolüne geçmenin ne kadar kolay olduğuna dair, bir bakışta onlarca örnek bulabilirsiniz. Arno Gruen “İçimizdeki Yabancı” isimli kitabında, çağımızın en büyün cellâdı sayılabilecek Hitler’i ele alarak bu iki rol arasındaki geçişi incelemeye çalışıyor. Ne oluyor, nasıl oluyor da başkalarının elinde bir kurban olarak büyüyen bir çocuk, kurbanlara destek vermek yerine cellât olmayı seçiyor? Kurban ve cellât dışında, kurban ritüelinde kurbana acıyan ve cellâda hak veren rollerine rastlayabilirsiniz. Bu ritüele karşı başkaldıranlar zaten kurban edilmekte oldukları için sıklıkla rastlanan roller arasında onları göremiyoruz. Cellât, insan olmaya ne kadar yabancılaşırsa yabancılaşmış olsun gene de birini kurban etmenin getirmiş olduğu acıdan, kaygıdan, utançtan kurtulmak için bir şey yapmalıdır. Cellâtların geliştirdiği ve işe yarayan bir yöntem vardır; rol değiştirmek. “Aslında onlar cellâtlar, bizde kurban! Bakmayın kafalarını kırdığımıza, gözlerini patlattığımıza biz yapmasak onlar neler yapacaktı kim bilir”

4 Ocak 2011 Salı

2010 Yılının En İyi Karikatürü


2010 yılında Deniz Baykal'ın istifasnın ardından yayınlanan Penguen dergisinin kapağı... Yakın dönem siyasi tarihi ve sinemayı buluşturan çok başarılı bir yergi... Benim için 2010 yılının en başarılı karikatürü...

Özgürlük Senfonisinin Aksak Ritimleri ve Öteki “Es”ler

Bir sanat eserinin, imgenin temsil etmeye çalıştığı kavramla ilişkili hale gelmesi için o sanat eserini yaratan sanatçının bahsi geçen kavramla nasıl bir ilişki kurduğu önem kazanır. Sanatçının kavramla ilgili ne düşündüğü, duygularının coşkusu ya da yoğunluğu, inancı, hayatını yaşayış biçimi, özetle sanatçının varoluşu eserin şekillenmesinde etkili olur. Sözgelimi “barış” kavramı denince ilk akla gelen imgelerden biri olan güvercin, Picasso tarafından yaratılmıştır. Picasso’nun çizdiği ilk resim bir güvercinin resmidir. Kendini çizgilerle özgürce ifade etmeyi bir güvercini kâğıda taşıyarak öğrenmiştir. Üyesi olduğu Komünist Parti barışı simgeleyecek bir afiş çizmesini istediğinde de ilk aklına gelen bir güvercin olmuştur. Bembeyaz kanatlarıyla gökyüzüne doğru gidebilecekken ayakları üzerinde durmayı seçen bir güvercin… Picasso barış kavramı ve bu kavramı simgelemek için yarattığı imgeyi o kadar içselleştirmiştir ki bir çocuğunun ismi İspanyolca güvercin anlamına gelen Paloma’dır.

Olmamış


Yarım kalmışsa işler,
bitmemişse bir söz,
tamamlanmamışsa öz…

Ancak yarım kaldığında doluyorsa duygu yüklü pillerin,
duygun değişmeyecek, değişse de illerin…

Taşınmak için toparladığın çantanda
işlerin, sözlerin, özlerin…

Özlerim!

Gitsen de özlerim, kalsan da…

Çünkü;

Ellerim.
Damar damar ellerim de
Temas edemem!  


13 Ocak 2010, 20.59
Yılmaz Erdal

BenEkli


Self kendimi düşündüm diye bu kadar da yüklenmemeli kendim kendime

Ey içime aldıklarım size sesleniyorum
Durdurun içimdeki mahkemeyi
Yoruldum kendimi eylemsizliğe mahkûm etmekten
Öyle bir mahkûmiyet ki;
Mübaşir de,
Hâkim de,
Sanık da,
Jüri de ben.
İlle de tel örgüler, ben…
Öylece bana karışmış,
Tenimde ben ben olmuş tel örgüler…

Terden örgüler yaptıklarımda gelmiyor mahkemeye, savunmanın tanığı olarak…
Bir ben bir de ben olmuş tel örgüler.

Bir Tüketim Nesnesi Olarak Aydın ve Fularlı Kediler Semti Cihangir

Her şeyi hızla tüketiyoruz. Birçok nesne kullanım amacı dışında bir anlama sahip. Daha kaliteli bir yaşama ulaşmak için araç olması gereken “nesneler” yeni anlamlarıyla “özneye” dönüştüler. I-Phone, Laptop, Ev, Araba, Tektaş, 1 Bardak Kahve… Bütün nesnelerin -sanki özel isimlermiş gibi- ilk harfleri büyük yazılmaya başlandı. Anlam; amaç ve araç üzerinde yer değiştirdi. Sözgelimi iletişimin kalitesini arttırmak dolayısıyla insanın hayatını kolaylaştırmak için icat edilen telefon, sahip olmak için (telefon olmadan hayatı düzenlemek için gerekli olan zamandan daha fazla) zaman harcanan bir özneye dönüştü. 12 aydan biri boyunca çalışılıp kazanılan para olduğu gibi nesneye verilmeye başlandı.  30 günlük emek eşittir bir telefon! Masaya I-phone ya da eski model bir cep telefonu koymanın arasındaki fark “insanı” tanımlar hale geldi. Değerini yitiren insanın, kendini birazcık olsun değerli hissetmesi için ise ele ayağa düşen yani çoğunluğun ulaşabildiği nesnenin en yenisini alması icap etmeye başladı. Bilmediğimiz bir durum değil! Hepimiz bu durumu yaşıyoruz. (Hepimiz derken gayri safi milli hâsılanın büyük bir kısmına sahip olan 700.000’imiz hariç hepimiz! Onların durumu benzer olsa da biraz farklı) Ev almak için bankadan 20 yıllık kredi alıyor ve hayatımızın geri kalan 20 yılını o krediyi ödemekle geçiriyoruz. 20 Yıl! (Konumuz insanın barınma ihtiyacının devlet tarafından karşılanılması gerekliliği olmadığı için kendi görevini istediğin konutu alabilme özgürlüğüne dönüştüren devleti es geçiyoruz). Yaşam kalitesini arttırmak için yaratılan nesneler yaşamın kalitesini azaltmaya başladılar. Nesne sahibi olmanın pırıltısı ise yaşam kalitesi olarak sunulmaya başlandı; “20 yıl önce herkesin altında araba, her evde bir televizyon yoktu. Yaşam kalitemiz artıyor…” Televizyonda bir alt yazı geçiyor bilmem nerede bilmem ne kazasında 35 kişi ölmüş. Önümdeki kutudaki kalemleri sayıyorum 34. 35 insan eksi 34 kalem eşittir 1! Öyle nesneleşti insan…