31 Ocak 2007 Çarşamba

Yangın yeri dumansızdır.
Bütün açıklığıyla görebilirsin yangını.
Duman sonra çöker, her yeri kaplar…
Acıdır Duman; sıcakken değil soğurken gelir…
Her şeydir duman; başka bir şey göremezsin…
Hiçbir şeydir duman; tutamazsın…
Her şeydir duman; gitmesin istersin,
O gittikten sonra kalacak olanlarla karşılaşmak istemezsin…

Dumanı olmayan yangın var mıdır?
Yak sen yangını bir de dumanı olmasın iste!
Yaktığın gibi göğüsleyebilirsen dumanı, o zaman insansın, o zaman cesur…
Bir de; duman kalkmasın istemeyeceksin,
Karşılaşacaklarından korkmayacaksın.

Hem dumanı olmayan yangın eksik değil midir? Kendini kurtarmak için başkalarına yazık etmeyeceksin. Bırak yangında yaşasın yangınlığını. Bir zaman sonra gelip almasın! Yarım kalmış yangınlığının dumanını?

Unutma dumanda gitmeli! Gidip tüteceği daha nice yangın var. Tek yangın senin ki sanıp hem dumana, hem diğer yangınlara da yazık etmeyeceksin…

23 Ocak 2007 Salı

Hafta sonundan beri ülke gündemini sarsan bir haberle ilgili en çok beğendiğim yazılardan birini yazan “Radikal gazetesi yazarlarından Erdal Güven’in yazısından bir bölüm;

“Şimdi yine o abuk sabuk sözler... Klişeler. En çok da şu: Katil, Türkiye'yi vurmuş... Hadi canım siz de. Katil, yalnızca Hrant'ı vurdu, farklı düşünen bir Ermeni yurttaşımızı vurdu. Farklı düşündügü için, Ermeni olduğu için vurdu. Katille Türkiye arasındaki tek ilişki şu: Katili Türkiye yarattı.”

Bu haberle ilgili gereksiz yorum yapanlar kervanına katılmadığımı umarak iki noktaya değineceğim;
Bu haberle ilişkili ayrıntıları izlerken bütün kanallarda Ogün Samast ismi zanlı olarak bangır bangır duyurulurken; TRT haberi şöyle geçiyordu “…olayın zanlısı olarak aranan Ogün S.
Olayın bu kişi tarafından gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği belli olmadan bu ülkenin gazetecileri ellerine geçen ilk ismi hiç düşünmeden insanlara açıklıyorlardı. Meslek etiği diye bir şeyin varlığından haberdar bile değiller. O kişinin gerçek suçlu olmaması durumunda yaşanacaklar umurlarında değil. Tabi bu bilgileri onlara sızdıran emniyet görevlilerini ve devlet yetkililerini unutmamak gerekir. Söz konusu bir meczup, katil, balici, terörist, bağımlı olunca sorun yok! Ama bu medyanın gene aynı sorumsuzluğunun Hırant Dink gibi isimlerin hedef gösterilmesine katkısı umarım bu konuyu gündeme taşır. Duyarlı bir vatandaş olarak TRT’ye teşekkür ederim.

İkinci nokta; öldürülen kişinin kimliği ile ülkenin içinde bulunduğu politik süreç arasındaki ilişkinin gösterilen tepkilere etkisi üzerine. Eğer Hırant Dink “Avrupa Birliği Müzakereleri ve Ermeni Soykırımı Yasa Tasarılarının tartışılmadığı bir dönemde öldürülseydi bu kadar çok gündemde yer alır mıydı” diye düşündüğümde sorunun cevabının hayır olduğunu hemen görebiliyorum. Bu ülke sınırları içerisinde canın bir öneminin olmadığının farkındayım. Medyanın ve devlet kuruluşlarının ağladığı öldürülen bir insan, bir can değil… Bunu nasıl açıklayacaklarına, dış politikadaki sarsılan hassas dengelere ağlıyorlar. Her ölen vatandaşının ardından gerçekten ağlayan ve gerçekten canı yandığı için önlemler alan bir devlet ve toplum hayaliyle yanıp tutuşuyorum. Umarım bir gün olur…

Son söz Hırant Dink’ten; Bu memleketin toprağında gözümüz var; alıp götürmeye değil, en derinine gömülmek için…

*Ayrıca MİT Müsteşarı Emre Taner'in Ulus-Devlet ile ilgili açıklamalarıyla aynı dönemde böyle bir cinayetin yaşanmasıda siyasal tarihi komplolorla dolu olan bir ülkede gözüme gözüme batıyor... Komplo teorisi üretmeden duramıyorum...Küçücük bir dip not...

Second Life

İnternette bir site; ikinci yaşam (http://secondlife.com/). Gerçek yaşamlarında mutlu olamayan bireylerin sanal ortamda yeni bir dünya kurarak, yapamadıklarını yapabilme şansı tanıyan bir site… Bir insan ne yapmak ister ki böyle bir internet sitesinde. Bir nevi cennet; girişte size para veriliyor ve istediklerinizi alabiliyorsunuz. Ayrıca size özgü her buluş, her yaratıcı fikir parayla ödüllendiriliyor. Dahası da var sayfanın yaratıcısı olan şirket sanal ortamda kazanılan sanal paraları gerçek dolarla değiştiriyor. Bu yolla sitede sanal emlakçılık yapan kadın bir üye dolar milyoneri olmuş. Yani gerçekten ikinci yaşam… Tamam buraya kadar her şey anlaşılabilir.

Peki bu sitenin 2 750 000 üyesi ne yapmışlar dersiniz? Yaygın olarak ilk görülen davranış sex partileri olmuş. Bunu da anlıyorum zaten gerçek cennet vaadinde de var huriler.

Milliyetçi bir Fransız Partinin sitede şube açması ile sitede kavgalar başlamış. İlk günlerde pankartlar, protestolar ve sokak kavgaları başlamış, ardından silahlanmalar ve sonuç; binlerce ölü… Trajikomik dedikleri daha ne ola ki? Sen ikinci yaşam diye site kur ve politik kavgalarla ikinci yaşamını da berbat et. “İkinci Yaşam Sol Birliği” denen birliğin Ulusal Partinin etrafında açlık grevi başlatmasıyla, parti şubesini kapatmak zorunda kalmış… Kahkalarla gülüp, yuh diyorum…

Matrix filminde morpheus ile ajanlardan biri arasında ki konuşmayı aklıma getirdi bu haber; ajanın Matrix’in ilk sürümünün saf mutluluğu içerdiğini, hiç çatışmanın, tartışmanın olmadığını bu yüzden de bütün mahsulün öldüğünü anlattığı sahne...

Haberin aslı için buraya tıklayabilirsiniz...

Radikal gazatesindeki haberin hemen arka sayfasında şu başlıkla bir haber vardı;

BM'ye göre dünya üzerinde yaklaşık 21 milyon kişi evinden yurdundan edilmiş durumda. Başka bir ülkede yeni bir hayat kurmak için sadece valizleriyle yola çıkmak zorunda kalan milyonların umuda yolculuğu çoğu zaman hüsranla sonuçlanıyor.

Şaka gibi iki tane yeni fakat farklı yaşama yolculuk hikayesi...

16 Ocak 2007 Salı

sen yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın Sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
Ayrıldılar...

11 Ocak 2007 Perşembe



Erdal Erzincan ve Kayhan Kalhor 2006'nın eylül ayında "The Wind" adında bir albüm çıkarmışlar. Ben yeni farkettim. Sadece bağlamadan ve kabak kemaneden oluşan bir albüm. Uzun zamandır bu kadar sade ve güzel çalınmış türkü dinlememiştim. Özellikle kabak kemanenin sesi o kadar lezzetli ki... Albümün kapağındaki fotoğraf da albümü çok iyi anlatıyor.. Zaten albüm yayınlandıktan sonra sandalyelerini istanbulda bırakıp hemen amerika turnesine çıkmışlar.

http://www.jazzecho.de/kayhan_kalhor_erdal_erzincan_the_wind_114393.jsp sayfasının altında yer alan albümden kısa bölümler dinleyebilirsiniz...

Ayrıca Feryal Öney'in (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nun solisti) yeni çıkarttığı "Bulutlar Geçer" albümü de güzel bir albüm olmuş. "Kardeş Türküler" çizgisinde olan albüme iç anadolu ezgileri ve Neşet Ertaş damgasını vurmuş. Neşet'in ayrıldığı karısı için yazdığı "Hata Benim" türküsünü Neşet Ertaş ve Feryal Öney birlikte söylemişler.

9 Ocak 2007 Salı


2006 yılında 5 yaş çocuklarıyla yaratıcı drama çalışması yaptığım bir gün çocuklara dedim ki; hadi bugün biraz konuşalım. Ne hakkında konuşmak istersiniz dediğimde çocuklardan biri aşk üzerine konuşalım dedi. Gülümsedim ve sen aşk üzerine ne biliyorsun ki dedim. Öğretmenim bence aşk ve sevgi farklı şey dedi... Neymiş fark dedim; Öğretmenim mesela ben Dilan'ı seviyorum ama aşık değilim dedi... Tamam güzel ama fark ne dedim; biz en çok dilanla oynuyoruz, o bize geliyo biz annemle onlara gidiyoruz ama ben en çok Helin'i düşünüyorum dedi... Dilan dedi ki; ama öğretmenim bazen öpüşüyoruz! Ben bi şey diyemeden bizim çapkından cevap geldi; ama daha Helin'i hiç öpmedim... 5 yaşındaki bir çocuğun aşk tanımı; daha öpemediğine aşık olursun. Kıyaslayalım bakalım kendi aşk tanımımızla ne kadar uyuşuyor...

http://yavasyavas.blogspot.com/ adresinde ki aşk üzerine yazılmış bir yazıya cevap yazarken aklıma geldi...
Kamusal yaşamın iflası ile igli olarak yazdıklarıma bir destek;
Son zamanlarda popüler olan televizyon dizilerinden birindebir anne lösemi olan çocuğunu iyileştirebilmek için patronuna gerçek nedeni söylemeyerek ondan para istiyor ve adamın tepkiside sex yapmaları durumunda parayı alabileceğini söylemek oluyor. Bundan yaklaşık 2-3 hafta önce bu soru etrafımdaki bir dolu kadının gündemini oluşturmaktaydı. Siz olsanız çocuğunuz için biriyle yatar mısınız? Televizyondaki tartışma programlarına da sıçrayan tartışma konusuna aklı başında olan gazateceilerimizden birinin cevabı şu; bence tartışılması gereken konu neden devletin bu parayı ödemediğidir...
Bu topraklardaki kamusal yaşamda iflas ettiği için böylesi bir tartışmanın kamuyu ilgilendiren yanı değil, kişiyi ilgilendiren yanı gündemimizde yer alıyor... Oysa ki sosyal devletin karşılamak sorunda olduğu temel haklardan biri olan sağlık sigortalarının ne kadar sağlıksız işlediği, sosyal sigortalar kurumunun yürütmekte olduğu bütün sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi için büyük çabalar harcandığı, devletin yapması gerekenler ve yapmadıklarından çok kişnin kendi bedenini satıp satmaması ilgimizi çekiyor...

Bu tartışmaya dair hangi kadına ait olduğunu bilmediğim başka bir yorum;
Ben çocuğum için hiç istemediğin bir adama yıllardır katlanıyorum bir tanesine daha katlanmışım çok mu?
Hergün dayak yiyen, töreler için kadınların öldürüldüğü, kocaları tarafından tecavüze uğrayan bu toprakların kadınlarına sorulacak sorumu şimdi bu???
Çok yeni okuduğum ve gerçekten çok etkilendiğim bir kitaptan çarpıcı bir parağraf;

Günümüzde şu ana dek hiçbir kent uygarlığının yaşamamış olduğu bir hareket kolaylığı içersinde olmamıza karşın hareket, günlük faaliyetlerimiz içerrisinde en çok kaygı yaratan unsur haline gelmiştir. bu kaygı bireyin sınırsız hareketini mutlak bir hak saymamızdan doğar. Özel otomobil bu hakkın kullanımı için uygun bir araçtır. Bunun kamusal alanlar özellikle de kent sokakları üzerindeki etkisi şudur; bu alanlar özgür hareketin hizmetine sokulmadıkça anlamsız hatta çıldırtıcı bir hale gelirler. modern ulaşım teknolojisi, sokakta var olmanın yerine coğrafi sınırlamaları yok etme arzusunu koyar...

2005 yılında Bursa da ASSİTEJ'in düzenlediği bir tiyatro festivalinde yanımdakilerden biri izlemekte olduğumuz çok başarılı fakat yavaş ilerleyen bir oyun için tam olarak şöyle demişti; "hayatım o kadar hızlı akıyor ki bu hızlılık içerisinde yavaş hiçbir şeye tahammülüm yok galiba". O zaman kendi hayatımlada çok uyumlu olduğunu düşündüğüm bu cümleyi, bu zaman yukarıdaki parağraf ve devamındaki parağraflarla bağdaştırabiliyorum...

Çok sık kullanılan bu yüzdende klişeleşmiz bir söz vardır; "kendimi kalabalığın içerisinde yalnız hissediyorum". Bu sözün büyük şirketler tarafından çalışanların kalabalık içersinde yalıtılarak sadece işe kendilerini vermelerine yönelik olarak nasıl bir mimimari hamleye dönüştütüldüğü de kitabın başlarında çok başarılı bir şekilde anlatılıyor;

... ofis duvarları yıkılarak görüş engelleri ortadan kaldırılmakta ya da ortadaki geniş açık alanı çevreleyen bir dizi özel ofis düşünülmektedir... insanlar gün boyu birbilerinin önünde olursa dedikodu yapma ve çene çalma ihtimali azalacak kendilerine çeki düzen vereceklerdir. Herkes birbirinin denetimi altında olunca, sosyalleşme azalır ve sessizlik tek savunma tarzı haline gelir... insan sosyalliğini hissedebilmek için başkalarının yakın gözlemlerinden uzak durmaya ihtiyaç duymaktadır...yakın temas artığında sosyallikte düşüş başlar...

Çarpıcı bir kitap. Özelliklede türkiyedeki kamusal yaşamında nasıl iflas edip insanların özel yaşamlarının ülke gündeminin büyük bir kısmını oluşturmaya başladığını açıklamaya yönelik sağlam tezler var...

"Kamusal İnsanın Çöküşü"
Richard Sennett
Ayrıntı Yayınları
...ve sen çığlık çığlığa bir merhabayı özlersin...
bir dalga sesi duyarsın...
sonra çiçekler tomurcuğa durur,
topraktan yeni fidanlar çıkar.
En kötüsü de budur!
Çünkü bahar yalancıdır, ses sahte, içtenlikten uzak...
Kış sert geçer,
bütün yaprakları alır dallarından.
sorun sesin tonunda değil, senin sesten beklendiklerindedir.
sesin gölün verdiği huzuru vermediği açıktır.
Ama okyanusu andırır, karanlık ve dalgalıdır.
Korkutur
fakat merak uyandırır.
sırrını çözmek, derinlerini bilmeki karanlığını aydınlatmak istersin ama nafiledir
Her şeyi bir o bilir ve başkası bilsin istemez!
Sana düşen onu derinliklerinde bırakıp gitmek, kendi bildiklerinle yetinmektir.
Ama dalgalar sahili rahat bırakmazlar, gelip gelip çarparlar, sahilin onu özlediğinden emin olmak isterler ki;
sahilin taşları onun dalgalarıyla unufak olup,
sapsarı bir kumsala dönüşmüşlerdir...

Okyanuz dalgalarıyla savaş içindedir, durmaksızın çarpışır,
bu dalgalar kıyıya sessizliği barışı özletir.
Ama artık barış gereğinden fazla dingindir...